Gizlenen dünyaya açılan kapı...

  • RSS
  • Delicious
  • Digg
  • Facebook
  • Twitter
  • Linkedin
Sit amet felis. Mauris semper,

Welcome to WordPress. This is your first post. Edit or delete it, then start blogging!Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit nisl in quam. Etiam augue pede, molestie eget, ...

Category name clash

Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit nisl in quam. Etiam augue pede, molestie eget, rhoncus at, convallis ut, eros. Aliquam pharetra. Nulla in tellus eget odio sagittis blandit. ...

Test with enclosures

Here's an mp3 file that was uploaded as an attachment: Juan Manuel Fangio by Yue And here's a link to an external mp3 file: Acclimate by General Fuzz Both are CC licensed. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. Quisque sed felis. Aliquam sit amet felis. Mauris semper, velit semper laoreet dictum, ...

Block quotes

Some block quote tests: Here's a one line quote. This part isn't quoted. Here's a much longer quote: Lorem ipsum dolor sit amet, consectetuer adipiscing elit. In dapibus. In pretium pede. Donec molestie facilisis ante. Ut a turpis ut ipsum pellentesque tincidunt. Morbi blandit sapien in mauris. Nulla lectus lorem, varius aliquet, ...

Contributor post, approved

I'm just a lowly contributor. My posts must be approved by the editor.Mauris semper, velit semper laoreet dictum, quam diam dictum urna, nec placerat elit nisl in quam. Etiam augue pede, molestie eget, rhoncus at, convallis ut, eros. Aliquam pharetra. Nulla in tellus eget odio sagittis blandit. Maecenas at ...

Posted by Oğuzhan - - 0 yorum


Kral Arthur var olup olmadığı ve hangi zaman diliminde yaşadığı tarihçiler tarafından halen tartışılmakta olan destansı Britanya kralıdır. Britanya mitolojisinde çok önemli bir figür olan Arthur, savaşta ve barışta ideal kralın simgesidir.
Kral Arthur, tiyatrolarda-filmlerde-oyunlarda çokça yer almıştır, bu yüzden aslında bir efsane kahramanı olmasına rağmen, gerçek bir şahsiyet gibi algılanır.
Bir görüşe göre, 5. yüzyıl sonları ya da 6. yüzyıl başlarında, bir başka görüşe göreyse M.Ö. 2300 yıllarında yaşamış olduğu rivayet edilir. Hatta bazı yazarlara göre İsa peygamberin ta kendisidir.
Arthur adına ilk kez, 6. yüzyıla tarihlenen, erken dönem Kelt halk şiirlerinde rastlanılmıştır. 9. yüzyıl civarına tarihlenen ve birkaç farklı derlemesi olan Galli rahip Nennius'un Bretonlar Tarihi'nde kral olarak değil, tek eli ile 960 kişiyi öldüren bir komutan olarak geçer.
Taştan sökerek aldığı kılıcı Ekskalibur, büyücüsü Merlin ve meşhur Yuvarlak Masa Şövalyeleri, aslında daha çok Arthur'u konu alan edebiyatçıların ürünleridir.
Zaman: 400-600 yılları
Mekân: Britanya

Eğer tam olarak ne olduğunu görebilsek kendimizi, Odisseia ya da Eski Ahit kadar iyi bir temele dayanan, esin kaynağından ve insanlığın mirasından kopması imkânsız bir konuyla karşı karşıya bulurduk. Bunların hepsi gerçektir, gerçek olmalıdır ve ayrıca gerçek olması daha çok ve daha iyidir. 
WINSTON CHURCHILL, 1956
Kral Arthur efsaneleri "gerçek" midir?
Ve bunlar tarihi gerçekleri yansıtmakta mıdır? 

Çağdaş Arthur meraklılarının çoğu, Churchill'in bu saptırıcı özdeyişi karşısında pek rahat değillerdir. Bu insanlar elimizdeki tarihi ve arkeolojik kanıtlarla Arthur'un varlığını kanıtlamamız "gerektiğine" inanmaktadırlar. Ancak bu, sorunu daraltmak olur. Arthur esrarının "gerçeği" yalnızca tarih ve arkeolojide değil, aynı zamanda mitolojide, folklorda, edebi eleştiride ve diğer disiplinlerdedir. Camelot'yu araştırırken bir değil pek çok Arthur ile karşılaşmaya hazır olmalıdır.
Tarihi bir Arthur bir olasılık ise de, sağlam kanıt eksikliği vardır. Arthur'un eylemlerinin ilk yazılı kayıtları -Annales Cambriae (Galler Tarihi Olayları) ve ünlü Historia Brittonum (Britanyalılar'ın Tarihi)- 8. ve 9. yüzyıllarda Arthur'un ölümü için verilen tarihten (Annales Cambriae'de 537) 300 yıl sonra yazılmıştır.
Arthur'dan söz edilen Gal şiiri Y Gododdin daha eski olabilir (şiir sözlü olarak 600 yıllarında söylenmeye başlamıştır) ancak yazılı olarak 13. yüzyılda görülür. Arthur'un varlığı konusunda bir ilk kaynak yoktur. Altıncı yüzyıl başlarında yazan Britanyalı Gildas, Arthur'dan söz etmez, iki yüzyıl sonra Gildas ve diğer birincil kaynaklara dayanarak ünlü tarihini yazan Bede de, Arthur'dan söz etmemektedir. Çağından kalma belge olmayınca tarihçiler de Arthur'un varlığını güçlü bir biçimde savunamamışlardır.
  • Glastonbury Tor bir zamanlar bataklıkla çevriliydi ve Ortaçağ'da Avalon Adası olarak bilinirdi.
  • Cornwall'da "Tintagel Adası" olarak bilinen kayalık burnun görünüşü.

Arthur ve Arkeoloji
Glaston manastırında keşişler 1191'de eski mezarlıklarını kazınca ilginç bir mezarla karşılaştılar, îçi oyuk bir kütük tabutta iriyarı bir erkekle sarı saçları hâlâ duran bir kadının kemikleri vardı. Mezarın yanındaki devrilmiş bir kurşun haçın üzerinde Latince bir yazı okunuyordu: Hic iacet sepultus incli-tus ıex Arturius in insula Avalonia (Burada Avalon Adası'nda ünlü Kral Arthur yatıyor).
Bu kazı konusu tartışmalı olmasaydı, Arthur ve Avalon konularının fazla bir esrarı olmayacaktı. Ancak Glastonbury keşişleri ne aradıklarını biliyorlardı -bir ozan, hamileri Kral II. Henry'yi sözde "uyarmıştı"- ve Arthur'un kemiklerinin bulunması, manastırı yeniden inşa edecek geliri sağlayacak hacıların akmasını sağlayacaktı.
Arthur'u Avrupa'da meşhur eden kitap -Monmouth'lu Geoffrey'in History of the Kings of Britain'i (1136'da yazılmıştı)- o sırada çağdaş bilimadamları tarafından eleştirilmekteydi. Ayrıca günümüz bilimadamları da haçtaki (ki kemiklerle birlikte o da kayıptır) harflerin Arthur'un sözde yaşadığı çağdan çok sonrasına ait olduğunu ve keşişlerin sahtekârlık yaptığına kanaat getirmişlerdir.
Sahtekâr olsun ya da olmasınlar, Glastonbury keşişleri Arthur'un var olup olmadığı konusunda maddi delil arayan ilk kişilerdi. Camelot araştırması ilk eski çağ araştırmacılarını büyülemiş, bunlar Güney Cadbury gibi yerlerle Arthur'u ilişkilendirmişlerdi. Ancak 20. yüzyılda modern arkeolojinin gelişmesiyle "Arthur Çağı" hakkında (5 ve 7. yüzyıllar) yeni ve ikna edici kanıtlar ortaya çıkmaya başladı.
İlk keşif Cornwall'da Tintagel'de, Geoffrey'in History'sinde Arthur'un doğum yeri olarak gösterilen bölgede yapıldı. Ralegh Radford'un kazıları daha sonraki Norman şatosunun altında taştan yapılma birkaç küçük bina ile binlerce çömlek parçasını ortaya çıkardı. Yapılarda dikkati çekecek bir şey yoksa da, çanak çömlek parçaları 5. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar Doğu Akdeniz'den ve Kuzey Afrika'dan getirtilen zarif sofra takımlarıyla amforalara (şarap ve yağ kapları olmalıydı) aitti.
Radford, Tintagel'i, Britanya'nın Roma İmparatorluğu'nun bir eyaleti olması sona erdikten yüzyıl sonra, keşişleri Akdeniz dünyasıyla ticaret yapan bir Kelt manastırı olarak yorumladı. Daha yakın zamanlarda bilimadamları Tintagel'i vergi alan ve çevresindekilere armağanlar dağıtan güçlü bir reisin üssü olarak görmektedirler. Bu reis Arthur muydu?
Tintagel'de yapılan son kazılarda daha pek çok küçük bina çıkmış ve bir kanalizasyon hendeğini örten arduvaz levha üzerindeki Latince ARTOGNOV kelimesine rastlanılmıştır. Bunun Galli karşılığı Arthnou demektir. Bu, Arthur'un varlığına işaret etmezse de, altıncı yüzyılda Tintagel'de Latince okuryazarlığının ve düzenli bir mühendisliğin varolduğunun kanıtıdır.
Dikkatleri çeken diğer bir kazı da Leslie Alcock'un 1960lı yılların sonunda Güney Cadbury'deki çalışmasıdır. Yüzyıllardır "Camelot" olarak bilinen bir yerde Alcock, bir tepeye inşa edilmiş Demir Devri'nden kalma bir kale kazısında burasının Neolitik Dönem'den Geç Sakson dönemine kadar iskân edilmiş olduğunu saptamıştır.
"Arthur" döneminde (5. ve 6. yüzyıllar) kale tahkim edilmiş, çevredeki düzlükte yeni binalar ve bu arada büyük bir "şölen" salonu yapılmıştır. Burada Tintagel'de bulunanların eşi çanak çömlek parçalarının bulunması Güney Cadbury'nin de 5. ve 6. yüzyıllarda lüks mallar ticaretinde faal olduğunu göstermiştir. Ayrıca, yeni surları inşa etmek ve korumak için gerekecek insangücü önemli bir yerel kralın varlığına da işaret etmektedir.
  • Winchester Yuvarlak Masası: 13. ya da 14. yüzyılda yapılmış olan bu büyük meşe ağacından masa, VIII. Henry'nin hükümdarlığı zamanında yapılmıştır (Arthur burada, bir Tudor Kralı'na benzemektedir).

Kutsal Kâse
Myrddin (Merlin) ve Tristan ile Isolde efsaneleri gibi Kutsal Kâse de Arthur efsanelerine daha sonraları eklenen bağımsız bir efsane olabilir. Kâse, 1190 yıllarında Chretien de Troyes tarafından yazılan Fransız şiiri Perceval'de. ilk ortaya çıktığında sakat Balıkçı Kral'ın şatosunda, içinde ayin ekmekleri sunulan süslü bir tabaktır (Eski Fransızca'da graal). Şiir yarım kaldığı için daha sonraki yazarlara kâseyi çok çeşitli biçimlerde sunma özgürlüğü tanınmıştır. Bunlardan bazıları Hıristiyanlık öncesi, Kelt'lerin tılsımlı kazanlar masallarını yansıtır.
Ancak bu masalların en popüleri, kâseyi Son Yemek'in kupasıyla, san graal ya da "kutsal kâse"yle ilişkilendirendir. Ortaçağ söylencelerine göre bu kutsal emanet, Arimethalı Yusuf'un eline geçmiş, onun ailesi de bunu Glastonbury'de adanın ilk Hıristiyan cemaatinin kurulması sırasında Britanya'ya getirmiştir.
Hiç kuşkusuz Glastonbury keşişleri bu efsanenin oluşmasında üzerlerine düşen rolü oynamışlardır. Yine de arkeologlar Glastonbury'de bu ilk Hıristiyan cemaati söylencesinin doğru olup olmadığını merak etmişlerdir. Ralegh Radford 1950'li yılların sonunda manastırın bazı bölümlerinde kazılar yapmıştır. Sakson binalarının altında çok eski zamanlardan kalma bazı yapılar bulmuş ve bunları kurucuların kilisesi olarak tanımlamıştır.
Ayrıca, eski mezarlıklarda Glastonbury keşişlerinin gerçekten dedikleri yerlerde kazılar yapıp eski zamanlardan kalma mezarlar bulduklarını saptamıştır. On yıl sonra Philip Rahtz, yakınlardaki Glastonbury Tor'da yaptığı kazılarda ahşap bina kalıntıları, maden işçiliği molozları ve bu iskânı Arthur dönemine kadar geri götürmesini sağlayan çömlek parçaları bulmuştur.
  • (Solda) Tintagel'de 1998'de yapılan kazılarda Artognov adının yazılı olduğu taş levha.
  • (Sağda) 8. yüzyıl yapımı olan süslü Ardagh Kupası pek çok çağdaş yazarın Kutsal Kâse imajıdır.
Bir Zamanların ve Geleceğin Kralı
Bu arkeolojik faaliyetlere rağmen tarihi bir Arthur'la özdeşleştirilecek herhangi bir şey bulunmuş değildir. Bu arada, İngiltere ve Amerika'da bir Arthur kitapları sanayii başını alıp yürümüştür. Bu detektif hikâyelerini andıran eserlerde çeşitli Arthur adayları vardır: 2. yüzyıl Romalı generali Lucius Artorius Castus, Bröton savaşbeyi Riothamus, Gwynedd adında pek bilinmeyen bir Galler kralı ve İskoç kralı Âedân mac Gabrâin'in oğlu Artuir.
Bu arada yerel turizm şirketleri, Arthur'un Cornwallı mı, Galli mi, yoksa İskoç mu ilan edileceğini merakla beklemektedirler!
Arthur'un bir parçasını elde etme çabası yeni bir şey değildir. Ünlü İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard, bizzat katıldığı Haçlı Seferi sırasında bir yoldaşına, Excalibur olduğu söylenen bir kılıç vermiştir, VIII. Henry, imparator V. Şarl'a Winchester Sarayı'nda asılı olan "gerçek" Yuvarlak Masa" tablosunu (ancak tabloda Henry'nin kendisinin tıpatıp benzeri vardır) göstermiştir.
Hem İngiliz hem de Galli prensler, kendi siyasal hedeflerini desteklemek için Merlin'in Arthur hakkındaki kehanetlerini kullanmışlardır ve Spenser ve Alfred Tennyson gibi çok sonraki şairler hüküm sürmekte olan kralların zaferlerini büyütmek için Arthur hakkında yeni hikâyeler yazmışlardır. Ortaçağ efsanelerinin çoğunda Arthur'un sonu bir gizlilik perdesiyle örtülü olduğu için, kendisi, her kuşakta yeniden ortaya atılıp tartışılacak, kusursuz bir "geçmişin ve geleceğin" kralıdır.

Posted by Oğuzhan - - 0 yorum


Gavrilo Princip (25 Temmuz 1894 - 28 Nisan 1918), 28 Haziran 1914'te Sarayova kentini ziyarete gelen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Arşidük Franz Ferdinand'ı öldürerek I. Dünya Savaşı'nın başlamasına neden olan Sarayovalı Sırp milliyetçisi genç. Gavrilo Princip Sırpça'da Prensip Müjdecisi anlamına gelmektedir. Bu suikast 1.Dünya Savaşı'nın asıl nedeni olmamakla birlikte barut fıçısına atılan bir kıvılcım etkisi göstermiştir. Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti altında kalan Bosna-Hersek topraklarının yönetimi 1878 Berlin Antlaşması'na göre geçici olmak kaydıyla Avusturya-Macaristan'a bırakılmıştı.
Avusturya-Macaristan 1908 yılında Osmanlı Devleti'nin iç karışıklıklar içerisinde bulunmasından yararlanarak bölgeyi topraklarına kattı. Bosna-Hersek'te Avusturya yönetiminden memnun olmayan ve burasını Sırbistan'ın bir parçası sayan önemli bir Sırp nüfus bulunmaktaydı ve bunları ağabeyleri olan Sırbistan da destekliyordu. Gavrilo Princip'te Avusturyalıları Bosna Hersek'ten çıkarmayı amaçlayan Mlada Bosna (Genç Bosna) adlı bir örgüte mensuptu. Bütün bu gelişmeler neticesinde Avusturya-Macaristan Veliahtı Franz Ferdinand hem Bosnalı Sırplara hem de Sırbistan'a karşı bir gövde gösterisinde bulunmak amacıyla Sarayova'yı ziyaret etmeye karar verdi. Gavrilo Princip ve içlerinde Muhammed Mehmedbasiç adlı Müslüman bir Boşnak gencinin de bulunduğu 4 kişiden oluşan bir grup Arşidük'e Sarayova ziyareti sırasında suikast gerçekleştirmeye karar verdiler.
Suikasti gerçekleştirecek kişiler yakalandıkları takdirde örgüt ve arkadaşları hakkında bilgi vermemek için yanlarında taşıdıkları siyanürü içerek intihar edeceklerdi. Franz Ferdinand'a karşı ilk suikast girişimi Gavrilo Princip tarafından değil de Nedeljko Çabrinoviç adlı bir arkadaşınca el bombası ile gerçekleştirildi. Arşidük ve eşi arabalarının çok yakınında patlayan el bombasından yara almadan kurtulabildiler ve böylelikle ilk suikast girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. Suikast teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanan ve yakalanacağını anlayan Çabrinoviç telaş ve heyacanla yanında taşıdığı siyanürü içererek kendisini hemen yakınındaki nehre attı, ancak içtiği siyanür bozulmuş ve nehrin yüksekliği 10 cm kadar olduğundan, ölmemiş ve baygın bir halde Avusturya askerleri tarafından yakalandı.
Olay yerinin hemen yakınında bulunan Gavrilo Princip ve arkadaşları telaşa kapıldılar ve bulundukları yerden hızla uzaklaşarak ormana doğru kaçtılar. Bu gelişmeler olurken suikast girişiminden burnu bile kanamadan kurtulabilmeyi başaran Arşidük ve eşi arabalarıyla Sarayova'da kalacakları yere geldiler.
Arşidük birkaç saat önce suikast girişimine uğramasına ve devlet görevlilerinin tüm uyarılarına rağmen eşiyle birlikte şehir turuna çıkmaya karar verdi. Bu sırada Gavrilo Princip'te karnını doyurmak amacıyla ormandan ayrılarak şehir merkezinde bir restoranta geldi. Yemeğini yiyip restoranttan ayrıldığı sırada, yürürken tam karşısına Arşidük ve eşinin bulunduğu araba çıktı, Princip hemen silahına davranarak Arşidük'ü vurdu, Ferdinand'ın vücudundan çıkan kurşun karısına saplandı. Veliaht ve hamile eşi olay yerinde öldüler. Princip suikastin hemen ardından kaçmaya çalışırken çevredekiler tarafından yakalandı. Ferdinand'ın Sarayova'da bir suikast sonucu öldürülmesi Viyana'da büyük bir şok etkisi yaptı.
Avusturya Polisi'nin olay ile ilgili yaptığı yoğun çalışmalar sonucunda suikastle ilişkisi olduğu belirlenen bir kişi daha yakalandı. Dördüncü kişi olan Mehmedbasic ise kaçmayı başardı. Avusturya olayda Sırbistan'ın parmağının olduğunu düşünüyordu, yakalanan şahıslar ile ilgili yapılan soruşturmalar Avusturya Hükûmeti'nin haklılığını ortaya çıkardı. Suikastte kullanılan silahın Sırbistan tarafından verildiği ortaya çıktı. Mahkemeye çıkarılan üç şahıstan Princip ve bir arkadaşı o zamanki Avusturya-Macaristan İmparatorluk Yasalarına göre 20 yaşından küçük oldukları için idam cezası almaktan kurtuldular, 23 yaşında olan bir arkadaşı ise İdam edildi. Aslında Ferdinand Habsburg Ailesi'nin onaylamadığı bir evlilik yapmış olduğundan hiçbir zaman Avusturya-Macaristan tahtına oturamayacaktı ve olayında bu kadar büyümesine gerek yoktu. Fakat Avusturya Sırbistan'a savaş ilan ederek I. Dünya Savaşı'nı başlattı. Princip'te savaşın son günlerine doğru bugünkü Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag'daki ünlü bir hapishane olan Theresienstadt'daki hücresinde Tüberküloz(Verem) hastalığından yaşamını yitirdi.



Posted by Oğuzhan - - 0 yorum


Terra Cotta - Çin Taş askerlerTerra Cotta ilk defa 1920'li yıllarda bir köylünün şans eseri tarlasını kazarken bulduğu büyük bir taş asker sayesinde varlığı keşfedildi. Eğer bu köylü korkup askerleri tekrar gömmeseydi belki de dünya bu cansız askerlerden daha önce haberdar olabilirdi. Terra Cotta, diğer bir ismiyle Taş Askerler 1974 yılında yine bölge hakından birileri kuyu açmak için kazı yaparken tesadüfen tekrar farkedildi.
Kazdıkça da gördüler ki yerin altında sadece askerler değil, gerçeğine uygun boyutta yapılmış atlar, at arabaları, diğer savaş arabaları, silahlar ve hizmetkarlar da var.
Taş Askerlerin inşaası eski Çin hükümdarı Qin Shihuang'ın ölümüyle alakalı. Çinde Qin hanedanlığıdöneminden önce bir hükümdar ölünce hizmetkarları, savaş malzemeleri, askerleri, özel eşyaları ve hatta eşleri ile birlikte gömülürmüş. Ancak Çin hükümdarı Qin Shihuang öldüğünde kendisi için askerlerinin ve hizmetkarlarının da öldürülmesini istememiş ve kendisine diğer dünyada eşlik etmek üzere pişmiş toprak (yani seramik) ve bronzdan askerler, savaş arabaları, hizmetkarlar ve daha ne ihtiyacı var ise yapılmasını emretmiş.
İşte Çin hükümdarının taş ordusu Terra cotta askerleri bu şekilde ortaya çıkmış.
Bugün bu alanın genişliğinin 15 km 'yi bulduğu söyleniyor ve çalışmalar hala devam ediyor. Alanın bir bölümü turist gezisine açık fakat diğer bölümleri halen tadilat altında fakat 2020 yılına kadar yetiştirilmesi planlanıyor.
Çin'e yolunuz düştüğünde mutlaka görmeniz gereken yerlerden bir tanesi. Ancak tavsiyem şehre gittiğinizde normalden biraz daha dikkatli olmanız. Turistik yerlerin dışına çıkmayı düşünüyorsanız tek başınıza çıkmamanız daha iyi olacaktır.

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Terra Cotta - Taş askerler

Posted by Oğuzhan - - 2 yorum



Robin Hood'dan ilk kez 1377 yı­lında Langland'ın epik şiiri Piers Plowman’de bahsedildi. Şiirin refe­ransından, bu ünlü karakterin o za­manlarda zaten çok iyi tanındığı, an­cak kim olduğu, nereden geldiğinin bilinmediği anlaşılıyor.
Tarihçi Joseph Hunter, 1852 yılında yaptığı açıklamada, Robin'in II. Edward za­manımda yaşadığını ve saray men­suplarından biri olduğunu iddia etti. Ancak bu iddia, diğer tarihçiler tara­fından büyük bir tepkiyle karşılandı ve 1957 yılına kadar başka teori öne sürülmedi.
P.V. Harris tarafından yazılan "The Truth About Robin Hood" adlı kitabın 1957 yılında piyasaya çıkması ile yeni bir sayfa açılmış oldu. Kitapta, Robin'in, 1327 yıllarında Yorkshire, Barnsdale'da yaşayan Robert Hood isminde bir hırsız olduğundan sözediliyordu. Bir hırsız olmasına rağmen Robin, hürmetkar, eli açık ve okçulukta oldukça yetenekli biri olarak anılıyordu. Ama bu efsane sırrını günümüzde de koruyor.



Robin Hood hakkındaki birçok kaynak, onu en çok Fulk Fitzwarin isimli bir Norman soylusunun Kral John'a karşı çıkarak haydut olmasıyla bağdaştırır. Huntingtonlar’ın şatosu, Baron Alwine’nin emirlerine karşı çıktıkları için yakılır. Genç Robert Huntington (Robin Hood) ve kuzenleri; Will, Barbara ve Winfred, mecburen Sherwood ormanına kaçarlar. Gizemlerle dolu ormanda, kendilerine sığınacak yer ararlar ve kendilerine ağaç ev yaparlar. Ancak şimdiye kadar alışık olmadıkları bu ortamda kendilerine yeni bir yaşam kurmaya çalışırlar ve oldukça zorlanırlar. Sherwood, büyülü bir yerdir ve Robin, ormanda büyülü bir geyik görür ve onu takip eder. Geyik onu yiyeceğin olduğu yere götürür. Bu sırada, Baron’a sadık genç şövalye Gilbert da, Robin ve kuzenlerinin peşindedir.
Kahramanlarımız, ormanda, önce Rahip Tuck ile karşılaşırlar. Ardından Baron’un zulmünden kaçan ve Sherwood ormanına sığınan gençlerin çetesi ve çetenin başındaki Küçük John (Little John) ile tanışırlar. Küçük John, Robin ve kuzenlerini pek sıcak karşılamaz. Küçük John ve Robin, Baron’un arabasına saldırdığında kahramanlarımız genç ve güzel Marian Lancaster ile tanışırlar. Baron’un, Marian ile çok daha farklı planları vardır. John ve Robin, aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara koyarlar çünkü ikisi de Baron’un kurbanlarıdır. İkisi de, birbirini desteklemeye karar verirler böylece ortaya zenginden alıp fakire veren, fakirlerin koruyucusu; Robin Hood ve Sherwood çetesi çıkar.

Posted by Oğuzhan - - 0 yorum


Atlantis; efsanevi batık bir kıta ve uygarlık.
Atlantis kıtasının en canlı aktarıldığı yer, Platon’un eski Mısırlıların Atlantis miraslarına ilişkin inançlarını da kapsayan ‘Critias’ ve ‘Timaeus’ diyalogları. Platon’un, ‘Timaeus’ adlı diyalog kitabında piramitlerin kaynağı olduğu öne sürülen efsanevi Atlantis kıtasıyla ilgili verdiği bilgiler Atlantis konusuyla ilgilenenlerin çıkış noktaları olmaya devam ediyor :

‘Bugün Herkül sütunları diye adlandırılan yerin ötesinde bir zamanlar büyük Poseidon denilen büyük bir kıta vardı. Bu kıta Asya ile Libya’nın toplamından dahi büyüktü. Genişliği üç bin mil, uzunluğu iki bin mil idi. Bu kıtadan başka adalara geçiliyor, bu adalardan da gerçekte bu adla adlandırılan denizi çevreleyen kara parçasına geçilebiliyordu.’

Platon’un ‘Critias’ söylevine göre Atlantis bir Tsunami dalgası yüzünden yok olmuştu. Platon’un anlatımına göre Atlantis’te yüksek ve görkemli dağlar, göller, nehirler, yemyeşil ovalar, zengin ormanlar vardı. Madenler boldu ve ‘orichaic’ denen ateş gibi parlayan bir madenden söz ediliyordu. Tüm Atlantis adası halka şekinde iki kara parçasıydı ve adaların aralarında sular yer alıyordu.







MISIR’IN ATLANTİS BAĞINTISI

III. Ramses’in yazdırdığı yazılarda Atlantislilerin ‘büyük su dairesi üzerindeki kara parçasından ve adalardan dünyanın ucundan, dokuzuncu kuşaktan geldikleri’ anlatılıyor. 9. Kuşak da eski Mısır, Yunan ve Roma’da kullanılan coğrafi bölümlere göre 52. Ila 57. Kuzey enlemleri arasında kalan bölgedir.

Atlantis konusunda sayısız makalesi bulunan Okültist White Eagle şöyle söylüyor:

‘Atlantislilerin inşa ettikleri muazzam binalardan günümüze kalan birkaç örnek vardır. Mısır’ın büyük piramitleri ile Ingiltere’deki Sthonage, Atlantis mimarisinin örnekleridir. Ayrıca, diğer ülkelerde de bugün çözülemeyen arkeolojik sırların çoğu Atlantis’e dayanır. Atlantisliler maddenin yapısını anladıkları için, madeyi dezentegre edip tekrar maddi form haline getirebiliyorlardı. Bu binaların inşasında kullanılmış olan devasa taş bloklar, önce demateryalize ediliyor, arzu edilen noktaya götürülüyor ve sonra tekrar metaryalize ediliyordu. Bu dünyanın maddesi, güneş enerjisi tarafından tutulur. Maddenin bir arada tutuluş şeklini keşfettiğiniz takdirde, artık maddeyi dezentegre edebilir ve arzu ettiğiniz şekilde onu yeniden elde edebilirsiniz.’

Bir başka okült uzman Marcio Moore göre ise Atlantis kültüründe ekonomi, güneş enerjisine dayanıyordu. Güneşin ışınımı, lazer benzeri kristaller tarafından ısıya, ışığa ve tahrik gücüne dönüştürülüyordu. Moore’a göre gerçek Atlantis, güneş sisteminin bir başka yerinde mevcut olup, dünyadaki Atlantis, ölmekte olan bir gezegenin halkını barındırmak üzere kurulan bir koloniydi. Atlantis’in nihai yok oluşu yaklaşı 12 bin yıl önce, bir dizi afetler sonucunda meydana gelmişti. Bu akıbeti çabuklaştıran, doğanın herhangi bir kaprisinden çok, Atlantislilerin kendini beğenmişlik ve açgözlülükleri olmuştu. Dünyasal güçlerin nazik dengesi, kendine emanet edilen güçleri Atlantislilerinahlaksızca suistimal etmesi sonucunda bozulmuştu. Atlantisli din adamları yaklaşmakta olan afetle ilgili olarak uyarılmışlar, halkı da uyarmışlardı. Moore’a göre afetle ilgili imalara kulak verenlerin bir kısmı bugünkü Moğolistan’a , Hindistan’a, Tibet’e, Orta ve Güney Amerika’ya ulaşmışlardı.

Ünlü tarihçi Renan ise oldukça şaşırtıcı bir şekilse Mısır sanatının gençlik dönemi olmadığı iddiasında bulunarak Mısır uygarlığı ile ilgili şüphelerini şöyle dile getiriyordu:

‘Mısır, sanki bu ülke gençlik dönemini hiç yaşamamış gibi, daha başlangıçta olgun, yaşlı ve mitolojik ve kahramanlık çağlarından tamamen yoksun gibi görünmektedir. Mısır uygarlığının bebeklik çağı ve sanatının da kadim dönemi yoktur. Mısır uygarlığı daha o zaman olgundu.’

Heredot da şaşırtıcı bir şekilde, ‘Euterpe’ adlı eserinde Mısır rahiplerinin yazılı tarihinin kendi zamanından 12 bin yıl öncesine kadar gittiğini belirliyor. Yani Atlantis’in batışına kadar.

‘5400 yıl önce, Mısır’daki Siyen(Aswan) kenti tam olarak Yengeç Dönencesi’nin altına rastladığı dönemde inşa edilmiş olan Siyen Duvarları, tam güneşin gündönümü anında, öğle vakti, güneş komple bir disk halinde bu duvarların üzerinden yansırken görülürdü. Günümüzde, Avrupa’nın bütün bilim adamları bir araya gelseler bunun bir benzerini yapamazlar.’ diyor tarihçi Keneally ‘Tanrının Kitabı’ adlı eserinde.

ATLANTİS NASIL YOK OLDU?

Otto Muck’un birkaç Rus otoritesince de destsklenen kuramı, dev bir asteroidin Dünya’ya çarpıp eksenini etkilediği kuramı. ‘Parçalanmış Porto Rico Platosu’ndan artakalan gövdenin yakınlarında aşağı yukarı 7000 mil derinliğinde iki büyük çukur vardır. Bu çukurlar parçalanmış kıyı bölgesinin merkezinde, batışından önce Gulfstream’e engel olan Platon’un Atlantisi olarak tanımladığımız denizaltı kara kütlesinin güney sırtı yakınlarındadır. Derinliği 9000 mili bulan Porto Rico hendeği, merkez felaket alanının güney kesimini çevrelemektedir. Bu bölgede okyanus yatağının incelenmesi, zincire yeni halkalar eklememizi sağlayacaktır.’

Belli başlı kurumlarca kabul edilen yazılı tarih döneminde bu tür bir kayda rastlanmadığına göre, Dünya’nın böyle çarpmaya uğraması olasılığı nedir? 1937 Ekiminde bir planetoid dünyaya yalnızca 5,5 saat mesafeden geçti. 1989 başlarında çapı 1 mil olan bir asteroid dünyanın 500 bin mil(805 bin km.) kadar uzağından geçti. Bu doğal asteroid çarpsaydı ne olurdu? Cevap son derece basit: Devasa dalgalar oluşacak, dünyanın ekseni olasılıkla değişmeye uğrayacak, bu da küre ölçeğinde büyük iklim değişikliklerine yol açacak, dünya ölçeğinde kıtlık başgösterecek ve milyonlarca insan ölecekti.

Yeryüzü dışından gelen nesnenin asteroid değil de bir kuyruklu yıldız olduğu iddiası da pek çok destekçi bulmuştu. Gerek Eskimolar, gerekse Çinlilerde dünyanın Tufan’dan önce nasıl şiddetle yana yattığına dair efsaneler bulunuyor. Eğer dünyanın kabuğu gerçekten hareket edebilir özelikte ise, büyük bir çarpışma, gezegenin Güneş ve Ay’a ilişkin olarak farklı bir açıya oturmadan önce ekseni üzerinde kaymasına yol açabilir. Bu da kısa sürede yaşanacak büyük iklim değişiklikleri demektir.

ATLANTİS ŞİMDİ NEREDE?
Bazı bilim adamları son buzul döneminde önceki uzak çağda yeyüzünde sonraki kuşakları bir hayli etkileyen tek bir kavmin yaşadığı kanısında. Efsaneye göre Atlantis kıtası bir zamanlar Pasifik Okyanusu boyunca uzanan ve Mu adı verilen daha büyük bir kara kütlesinin parçasıydı. Bu kıtaya daha sonra Atlantisbilimci Scatler Lemuria adını verdi.
Diğer taraftan Atlantis’in şu an Antarktika’da olduğunu düşünenler de yok değil. Bazı kayıtlara göre Kuzey Avrupa ve Gröndland’ın belli kesimleri, ılıman bir iklime sahipti. Içinde bulunduğumuz yy’da, binlerce yıl öncesine dayanan ve bir kısmında Antarktika’nın buzlardan arınmış olarak gösterildiği çizimlerden kopya edilmiş haritalar da bulunuyor. Eğer kutupların konumu sapmaya uğramışsa, bugün buzlarla kaplı yerler ılıman bir iklime sahip iken, sözü çok edilen ‘buzul çağları’ günümüzün ılıman bölgelerini etkilemiş olabilir. Bu varsayım Atlantis’in konumu hususunda yepyeni bir araştırma konusu.